Deneme

30 Temmuz 2010 Cuma

Tahinli Kek

Yarın yola çıkıyoruz. Eşim ve oğlumla birlikte bir hafta ortalarda yokuz. Hiç bu kadar uzun bir tatil yapmamıştım ne eşimle ne oğlumla. Umarım herşey yolunda geçer. Her ne kadar yolluk hazırlamam gereken türde yolculuklar yapıyor olmasak da evde birşeyler hazırlamak ve yola o şekilde çıkmak bana her zaman ayrı bir keyif vermiştir.
Bugün aklımdan geçenler tahinli kurabiye ve çikolatalı kek yapmaktı. Ancak vaktimin dolu olması ve daha hazırlanmamın tamamlanmamış olması beni bu fikrimden caydırdı. Ben de tahinli kek yapmaya karar verdim. Daha önce denediğim bir lezzet değildi. Ama tahin neye girse lezzet katardı zaten. Nitekim yaptığım kek de oldukça yumuşak ve lezzetli oldu.


















Malzemeler:
3 yumurta
1,5 su bardağı şeker
1 çay bardağı süt
1 çay bardağı yağ
1 çay bardağı tahin
2,5 su bardağı un
Vanilya
Kabartma tozu
Susam

Yapılışı:
Yumurtalar şekerle çırpılır. Yağ, süt ve tahin eklenir. İyice karıştırdıktan sonra un, vanilya, kabartma tozu ilave edilerek kalıba dökülür. Yağlanan kalıba susam serperseniz daha leziz bir kek elde etmiş olursunuz. 180 derece fırında 25-35 dk civarında pişirilir.

Semiz Otu Yemeği

Yaz günlerinde insanın canı pek birşeyler yemek istemiyor doğrusu. Nerde hafif tarifler var onları deniyorum ben de. Semiz otunun salatasını da yemeğini de severek tüketiyoruz. Bu seferki semizler köylü teyzelerimden. Haftalık pazarımıza uzunca bir zamandır Ankara'nın yakın köylerinden bayanlar ürünlerini satmak üzere geliyorlar. Anneme vermişler pazarda. Annem de bana verince ben de yemeğini yaptım. Çok lezzetli oldu. Hafif ekşi tam yazlık bir yemek.Bu tarif de yazılır mı demeyin. Benim gibi yemek yapmayı fazlaca bilmeyenler bu tarifi de bilmiyor olabilir :) Yazmakta fayda var.

Malzemeler:
2 adet kurusoğan
1 demet semizotu
2 yemek kaşığı salça
2 yemek kaşığı zeytinyağı
yarım çay bardağı bulgur
1 çay bardağı su
tuz





Yapılışı:
Soğanlar zeytinyağıyla kavrulur. Salça eklenir.Doğranmış semizotları tencereye eklendikten sonra bulgur da üzerine ilave edilir. Bir çay bardağı kadar suyu ve tuzu da ilave ederek 1o dakika kadar pişirilir. Bulgurlar yumuşamışsa yemeğimiz pişmiş demektir.

Tercihe göre yemeği salçasız ve de susuz yapabilirsiniz.

29 Temmuz 2010 Perşembe

Bugün Bir İyilik Yapın Kendinize

Abant-Bolu

Bu sabah doğan gün sizin olsun. Sizin için basit ama anlamlı birşeyler yapın. Benim aklıma gelen fikir çok ama herkese uymayabilir. Bir kaç örnek yazayım aklıma gelenlerden:
-Uzun zamandır aramadığınız arkadaşınızı arayın.
-En sevdiğinize (eşiniz, bebeğiniz, aileniz, arkadaşınız vb.) güzel bir armağan verin. İçinde kendi emeğiniz olan. Güzel bir sofra hazırlayın mesela. Ya da bir kek yapıp komşunuzun kapısını çalın.
-Ufak bir kart hazırlayın samimi cümleler içeren. Aklınıza ne geliyorsa artık. Bir iyilik yapın ve bu iyiliğin mutluluğu sizinle birlikte tüm paylaştıklarınızı sarsın.
Hiçbirşey gelmiyorsa elinizden dua edin. Güzel şeyler dileyin. Hayal gücünüz yettiğince. Ve tebessüm edin herkese. Dua ve tebessüm iki büyük anahtar elimizde. Kilitli kapılarımızı açmamız için. Açalım tüm kapılarımızı ve huzur dolsun heryere.

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Mini Bahçe Hasat Zamanı

Bu sabah kahvaltımı peynir ekmek ve terasta yetiştirdiğimiz biberlerle yaptım. Öyle lezzetliydi ki biberler. Çıtır çıtır ve taptaze. Dalından koparılmış gibi diyeceğim ama gibisi fazla olacak.Ben normalde biberi fazla seven biri değilim. Benim yiyeceğim biber tatlı, ince ve çıtır çıtır olacak. Geçenlerde eşimle özenerek aldığımız biberler öyle acıydılar ki bir tane bile yiyemedik. Aklımız da biberlerde kaldı doğrusu. Neyse ki bizim biberler yetiştiler imdada. Sabah kahvaltımın katığı oluverdiler sağolsunlar.







Salatalıklarımızın tadına bakmadık henüz. Onlar da olmuşlar aslında. Henüz olmuş olan iki salatalık var yaprakların altına saklanmış.








Bir sürü de çiçek. Aslında çiçek halleri de öyle güzel ki.






Domatesler de artık kızarmaya döndüler. Kabaklar henüz çiçekte. Bahçeyle uğraşmak çok keyifli gerçekten.Bahçede asıl emek sahibi annem. Ben yardımcı oldum biraz sadece. Keyif sürebilmek adına.


27 Temmuz 2010 Salı

Bugünün Hediyesi


Karafillerle doldu bu akşamım. Sevgili eşimin getirmiş olduğu.Pembesi hoş karanfiller yüzümde tebessümün müsebbibi. Birlikte yenilen akşam yemeği, ardından biraz sohbet, oğlumuzla muhabbet. Şu anda da oğlum babasıyla müzik dinlemede.

''Uzun ince bir yoldayım,
Gidiyorum gündüz gece.
Bilmiyorum ne haldeyim,
Gidiyorum gündüz gece.''

Tam da yerinde denk geliyor. Kulak misafiri oluyorum. Hayat uzun ince bir yol. Bizim tasvirimiz bu uzun ince. Her zaman uzun ve ince olmayabiliyor. Kimin yolu ne kadar bunu kimse bilmiyor. Bugün benimle aynı yaşta bir MS hastasının bloguna rastladım. Pabuç sayesinde.
Üzülerek okudum satırları. İçimden ettiğim duadan başka keşke yapabileceğim birşey olsa. MS hastalığı gerçekten karmaşık ve zor bir hastalık. İnşallah en kısa zamanda bu hastalığa kesin bir tedavi yöntemi bulunur.
Sağlıklı olduğum için şükrettim sonra. Sağlıklı bir aileye sahip olduğuma. Bugünün hediyesi bu oldu bana.
Düşünmeye başladım sonra. Acaba hangimizin yolu daha uzun diye. Bilemeyiz. Emin olun bilemeyiz. Ömür denen yolun virajları kestirebilmek öyle güç ki.
Benim için önemli olan kimin daha uzun yol gittiğinden çok kimin kime yoldaş olduğu, yolun sonuna vardığımda kimin heybesinde ne olduğudur doğrusu.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Hafta Sonu Tatili

Hafta sonumuz cuma akşamından başlayan mini tatilimizle çok keyifli geçti. Önümüzdeki hafta yapacağımız tatille ilgili de az çok fikir vermiş oldu. Çocukla tatil yapmaya alışık değiliz. Malum; yıllardır çocuklu değiliz. Haliyle çocukla tatil kavramı yeni. Bir de nahoş tecrübe sahibiyiz. Yılbaşı tatilinde kaldığımız otel güneyde olmasına rağmen bebeğimizi hasta etmeyi başarabilmiş; beş günlük tatilin büyük bir kısmını odamızda geçirmek zorunda kalmıştık. O nedenle tatil deyince önce bir duraksıyorum. Havalar hayli sıcak. O nedenle şimdi sıcağa karşı önlem almamız gerekecek.
Ailecek Bolu ve Amasra gezintisi yaptık. Ailecek kavramında bizim çekirdek ailemiz dışında annemler de dahil. Onların varlığı bana kendimi daha bir güvende hissettiriyor çocuklu bir anne olarak.

Ankara'dan çıktığımızda artık güneş batıyordu. Güneş bulutun arkasına saklanmış;
bize adeta görsel bir şölen sunuyordu


Etrafı gezmeye epey vaktimiz oldu. Denize bile girdik. O kadar yani.Yolda gördüğümüz sincap ve kaplumbağa da cabasıydı. İnsan doğayla pek fazla içiçe olmayınca bu tür hayvanları görünce şaşırıyor ister istemez. Kızılcahamam'la başlıyor çamlar. Her yer ağaç, çiçek, ot, böcek. İklim geçişi anında hissettiriyor kendini.

Cumartesi günü Amasra'ya gittik.Denize. Oğlum terastaki havuzundan alışık suya. Küçük büyük her türlü su birikintisi onu heyecanlandırmak için yeterli. Su gördü mü hemen atlayacak. Korkar mı acaba denizden diye tereddütle gittik ama neyse ki denizi çok sevdi.
İlk tereddüdümüzü atlatır atlatmaz ikincisi başladı. Acaba hasta eder miyiz diye. Allahtan bu konuda da korktuğumuz başımıza gelmedi. Denizin keyfini bir gün de olsa tam anlamıyla çıkarmış olduk.
Sincap öyle hızlı hareket ediyordu ki, fotoğraflamak ancak bu kadar netlikle mümkün olabildi. Boşa demiyorlar çabucak hareket edenlere 'sincap gibi' diye.
Pazar gününü köyde geçirdik. Dalından erik, ıhlamur ve dut toplayarak getirdik evimize.




Yolda giderken yolun tam ortasında rastladık bu kaplumbağaya. Yolun kenarına alıp bir de fotoğrafını çekip devam ettik yolumuza.







Kırda yürüyüş yaptık eşimle.Ortalık arılarla doluydu. Her çiçeğin üzerinde bir arı desem abartmış olmam.



Fındık dalları ilişti gözümüze. Fındıklar henüz tatlanmamışlar. Dalında fındık görünce süt fındık yiyebileceğim diye sevinirken sevincim kursağımda kaldı malesef.



Dönüşte kazlar bizi kapıda karşıladılar sağolsunlar :)




Uzun lafın kısası kısa tatil hepimize çok iyi geldi. Dinlendik, eğlendik.Daha ne olsun.

Mini Bahçemiz 2


Bu domatesler de benim balkonumdan.. Balkonda oğlum bitkilere rahat vermediği için sadece iki saksı domatesle yetinmek durumunda kaldım. Zaten annem aynı zamanda kapı komşum da olunca terasta birşeyler yetiştirmek benim açımdan kolay; bitkiler açısından rahat oldu. Malum oğlum ''çiçe çiçe'' diyerek her gün birkaç yaprak koparıyor. Onların da canı var oğlum bu kavramları öğrenene kadar en azından balkonumuz bu domateslerle yetinecek.


Henüz meyveye dönen bir domatesimiz var. Ama çiçek çok. Bakalım çiçeklerin hepsi meyveye dönebilecek mi?

Lale Ebrusu

Ebru yapmayı gerçekten çok seviyorum. Bu konuda iyiyim diyebilmem için çok çalışmam gerek. Ama şimdilik iyi gidiyorum. Hocam öyle diyo :)
Umarım herkesin ömrünün bir deminde kitre ve boyayla buluşması nasip olur.

























25 Temmuz 2010 Pazar

Şirin Ev

Şirin Evin Bahçesinden

Yaşanılan her mekanın kendine ait bir ruhu olduğuna inanmışımdır hep. Yıllar sonra gittiğim bir köy evinde de aynı hissi yaşadım. Önceleri içinde yaşanan şirin bir köy evi iken kullanılmamaktan dolayı küskünleşmiş gibiydi. Zaman onu da eskitmiş ve bir kenara itmişti. Sahibi o evden daha yaşlı belki de. Bu güne dek nice sıkıntılar atlatmış 80 ini devirmiş bir ihtiyar hatun. Hayatın ondan hep almasına karşılık o hep vermeyi seçmiş. Herkese taşıyabileceği kadar yükleniyor bu dünyada. Kimimiz daha güçlü bu teyze gibi, kimimiz ise çok daha zayıf.
Zaman eşyayı, evi, insanı herşeyi istisnasız herşeyi eskitiyor. Zamana karşı durabilen yok malesef. Miadı dolan devre dışı kalıyor. Kurallar böyle. Gün geceyi kovalıyor, mevsimler değişiyor. Her gelen kendinden öncekini bitiriyor.
Bazı hayatlar da bu ev gibi vadesi dolmadan terkediliyor. Yalnız kalıyor, yalnızlaştırılıyor adeta. Küsüyor haliyle.
Umuttur insanı yaşatan. Küskünlerin bahanesi bulunur elbet. İşte bu hayatlar miadı dolmadan devre dışı kalıyorlar malesef. Sessizce sonu beklemek acı olsa gerek.
Yaşlanmışlar daha bir hassas oluyorlar bu konularda. Kendilerini daha bir sona yakın görüyorlar istatistiki olarak. Onları yalnız bırakmamak gerek. Arada bir uğrayıp gönül evlerini şenlendirmek onlar için kafi. Bizim için çok da zor olmayan bir kaç kelam onlar için ne kadar kıymetli olur bilemeyiz. Onları unutmayalım ki yarın bizler de aynı yerlere geldiğimizde biz de unutulmayalım inşallah.

23 Temmuz 2010 Cuma

Abbas Yolcu


Kaynaşlı-Düzce
Yeni yerler görme zamanı...
Kısa bir mola, güzel bir dinlence inşallah.
En kısa zamanda yeni karelerle görüşmek üzere.







Bahar Dalı Ebrusu

Yapmış olduğum amatör çalışmalardan minik bir derleme.
















22 Temmuz 2010 Perşembe

Mini Bahçemiz

Anne domatesleri :)

Çocukken geniş bahçeli bir evimiz vardı. Ağaçlarından meyve topladığımız. Etrafında oyunlar oynadığımız, neredeyse hayal dünyamız kadar geniş bir bahçe. Pek çok sebze meyveyi dalından yeme imkanı o kadar güzeldi ki. Şimdilerde bakıyorum da artık bu imkan bizim için lüks olmuş. Yaz aylarında özellikle annem bahçeden fasulye toplar, yemeğini yapardı. Yanında da yine bahçe mahsulu domates, salatalık, soğandan bir çoban salata. Ne keyifli sofralarmış onlar.

Annemin domates çiçekleri

Annem bahçe düşkünü bir insan olunca şimdilerde bahçesi olmasa da terasını bitkilerle doldurmuş durumda. Ben de annem gibi bahçe düşkünü bir insanım. Zaman kısıtlılığımı bu günlerde aştığım için bu sene en azından balkonumda domates yetiştirmeye karar verdim. Annemle birlikte bir mini bahçe yaptık kendimize. Bu fotoğraflar hep annemin teras bahçesinden. En kısa zamanda ben de balkon bahçemden fotoğraflar ekleyeceğim inşallah.

Bu da annemin biber çiçekleri

Cevizli Üzümlü Kek

Son zamanlarda mutfağa girmeye pek vaktim olmadı. Canım da istemedi açıkçası. Yaz günleri yemek yapmak da yapılan yemeği tüketmek de zor oluyor. O nedenle hafif şeylerle geçiriyoruz günlerimizi. Ama evde bir bebek olunca ister istemez elimin altında birşeyler hazırda olsun istiyorum. Bu nedenle bir kek yapmaya karar verdim.
Kek yapmayı çok fazla beceremeyen biri olarak geçen haftalarda yapmış olduğum kek tüm aile tarafından beğenilince bu konuda kendimi geliştirmeye karar verdim. Bugün doğaçlama bir kek daha yaptım. Bu kek de beğenildi. O nedenle fotoğraflayıp blog arşivine eklemek istedim. Umarım denersiniz ve sizin de hoşunuza gider.
Ne yaptığınız değil, neden yaptığınız daha önemli. Ben eşimi ve oğlumu mutlu etmek için yaptım mesela. Gelelim tarife:
Malzemeler:
4 yumurta
1,5 su bardağı şeker
1 çay bardağı zeytinyağı
1 su bardağı süt
2 su bardağı un
1 çay bardağı kadar ceviz
1 su bardağı kuru üzüm
kabartma tozu, vanilya
Portakal kabuğu rendesi
Yapılışı:
Yumurtalar şekerle çırpılır. Zeytinyağı ve süt portakal kabuğu rendesi eklenerek tekrar çırpılır.
Un, kabartma tozu, vanilya, ceviz ve üzüm bir kasede karıştırılır. Sıvı karışıma ilave edilerek bir kaşık yardımıyla karıştırılır. Yağlanmış kalıba dökülür. 170 derece önceden ısıtılmış fırında 35- 40 dk. pişirilir.

Not: Bu malzemeler her türlü meyveli keke uyum sağlıyor. Geçen hafta incirli kek yapmıştım. Farklı denemelerde unu kıvama göre ayarlamakta fayda var. Çok katı olmayan bir kek olmasına dikkat etmek gerekiyor.

Yanındayım; Peki Ya Sen?

Hayat bazen öyle garip roller biçiyor ki bizlere. Farkında bile olmuyoruz kimi zaman soyunduğumuz rollerin. Bazen alan oluyoruz çaresizce, bazen veren. Bazen daha küçüğüz diyoruz, bazen de çok büyümüşüz.
Bir bakıyoruz figüran rolündeyiz. Neden sonra başka karelere kayıp başrollere çıkıyoruz. Tüm bu süreçte yalnız mıyız? Kendimi yalnız hissettiğim zamanlar olmadı değil. Hem de hatırı sayılır kalabalıklar içerisinde.
İnsana yanında olacak bir kişi yeter. Gerisi ikramiye. Üzüldüğü vakit başını yaslayabileceği bir omuz kafidir her zaman. Doğru insana denk gelmişsen tabi.
Kimdir bu doğru insan? Nereden bulunur? Sensin desem...
Hep doğru olmayı karşıdan beklemek yerine kendinde yaşatmayı denesen.
Bazen birileri olsa deriz yanımızda. Ama ilk adımı atmayı karşıdan bekleyerek. Belki haberi bile yok karşındakinin senin halinden. Belki onun hali bizden daha acıklı. Bazen durup düşünmek lazım. Her koşulda yanında olabilmek lazım. Sorgulamadan, sıkıp bunaltmadan.
Ben elimden geldiğince doğru insan olmaya çalışıyorum hayatın her alanında. Doğruluk iyidir ve iyi olan her zaman kazanır.
Cümleler doğrudur, sen doğru isen.
Doğruluk bulunmaz sen eğri isen.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Taklitçi Seni

Bebekler anne-babaların, bakıcıların, etraftaki insanların birer taklitçisi konumundalar. Bir arkadaşım derdi hep kendi bebeği için 'Tam bir kayıt cihazı' diye. Ne verirsek alan bir beyin. Güzel şeyler vermeli, onu güzelliklerle donatmalı.Ne yapmalı, nasıl yapmalı bilmem ama birşeyler yapmalı. Bazen kendimi yetersiz hissediyorum bu konuda. Zaman öyle çabuk geçiyor ki. Bir şeyleri kaçırmış olmayı istemiyorum hiç.

Gün Dediğin...

Güneşin doğmasıyla başlıyor yeni gün. Güneşin ilk ışıklarıyla uyanıyorum bu sabah. Ortalıkta bir sakinlik, bir dinginlik havası. Pencereyi açıyorum. Sabahımın o serin havasıyla doluyor içim ve odam. Tazeleniyor ruhum. Seviniyorum; bereket dolacak evimize. Sanki pencereden yağacak. Sonra parmak uçlarımda miniğimin odasına gidiyorum. Koskoca yatakta enine bile yetmiyor henüz boyunun uzunluğu. Gülümsüyorum. Gün gelecek belki boyu yatağın boyuna bile sığmayacak. Aklımdan güzel şeyler geçiveriyor ardı sıra. Güzel bir başlangıç. Umarım devamı da güzel gelir.

20 Temmuz 2010 Salı

Tatil Planı

Bugün itibariyle tatil rotamız netleşmiş ve kalacağımız yerler ayarlanmış oldu. İlk kez bir tatil için bu kadar kafa yordum; bu kadar çok plan yaptım. Tatilimiz günübirlik geziler şeklinde her gün bir yerde konaklama şeklinde geçecek. Ankara'dan başlayıp Sapanca, Ağva, İstanbul, Bursa ve Ankara.
Bebek sahibi olduktan sonra ilk zamanlar hayatın gerçekten çok zor oalcağını düşünürdüm. Gezmek, eğlenmek, kendime zaman ayırmak artık lüks olacak gibiydi. Kısmen yanılmış sayılmam. Eskiye göre hayatım daha yoğun. Ama zaman da ona göre ayarlanıyor bir şekilde.
Umarım bu tatil beklediğimizden de güzel geçer. Eğer bu tatili güzel bir şekilde geçirebilirsek bundan sonra tatil yapmak çok daha kolay gelecek gözüme.

18 Temmuz 2010 Pazar

Kuzum Büyüyor mu Ne?

Bebeğimiz henüz doğmadan önce ona oda hazırlıkları başladı her anne baba adayında olduğu gibi. İlk etapta büyük bir yatakta yatamayacaktı. Zaten çocuk odamız küçük olduğu için en az eşyayla oda olayını optimize etme kararındaydık. Optimizasyon insanıyız malum :D
Oda takımı konusunda biraz kafa yorduk eşimle. Ön koşul kullanışlılık idi. Bebek en az altı ay bizim odamızda kalacaktı. O nedenle oda takımı alsak da hemen kullanamayacktı. Biz de oda takımı alma işini bir süreliğine erteledik. Bir park yatak ve 1 metre yüksekliğindeki bir dolapla bebek odamız şimdilik hazırdı.
Ardından oğlumun 6. ayı bittiğinde odasını ayırmaya karar verdik.Park yatağını odasına koyduk. Ancak ilk denememiz fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Gece ağlayan bebek sesini duymayışımız babamızda da bende de vicdani bir rahatsızlık uyandırdı ve park yatak tekrar bizim odamıza geldi. Aradan aylar geçti. Oğlumuz biraz daha büyüdü. Gece uykuları daha az bölünür oldu. Biz de ikinci kez oda ayırma girişiminde bulunduk. Bu sefer daha iyiydi. Gece ben uyanıyor ve kalkıp bakıyordum. Birkaç hafta bu şekilde geçti. Herşey güzel gidiyorken araya sünnet süreci girdi. Bu süreçte ayrılan odalarımız tekrar birleşti. Ama tabi geçici olarak. Bu arada biz de evimize uygun kullanışlı bir bebek odası tasarımına giriştik. Araştırdık soruşturduk ve en sonunda kafamıza göre bir yer bulduk. Odamız çok geniş olmadığı için yatak gardrop sandalye ve masadan oluşan bir kombinasyon oluşturduk. Babamız illa bir kitaplık diye diretse de ben olaya noktayı koydum. Oturma odamızda bulunan kitaplık hepimizindi ve oğlumuz da onu kullanacaktı. Böylelikle çocuk odasında bulunan kanepemiz de atılmaktan kurtulmuş oldu. Gardropta gerekli değişiklikler yapıldı. İleride ikinci bir çocuğun da kullanabileceği bir model seçildi. 180 cm uzunluğundaki yatağa 150 cm uzunluğunda tek taraflı bir koruma eklendi. Böylelikle oğlum düşmeden artık büyük yatağında yatabilecek. Küçük bir duvar rafı da günlük kitapları ve oyuncakları için odamıza eklendi. 50 cm'lik kare bir masa ve iki sandalyeyle artık eşyalar tamamdı. Herşey sipariş verildi. Gelmesi beklendi. Bir hevesle eşyalar yerleşti. Şimdi oğlum odasında uykuda.
Bu geceden itibaren artık odasında kalacak.Şu anda mışıl mışıl uyuyor. Öyle güzel ki. Yatağı büyüyünce sanki daha bir büyümüş göründü gözümüze oğlumuz. Şükür varlığına. Hala öyle minik ki o eller, ayaklar. Sanırım 40 küsür numara ayakkabı giydiği zamanlarda da bu bakış açım değişmeyecek. Anneyim çünkü ve her evladın annesine göre büyümemesi gibi benimki de büyümeyecek gözümde :)

15 Temmuz 2010 Perşembe

Hal Muhasebesi

Bazen sıkılırsın. Sebepsiz yere için daralır, ruhuna bir karamsarlık çöker. Nedenini bilemezsin gerçekten. Şükredecek bir yaşantıya sahipken olur bu hal bazen. Hani canını sıkacak birşey bulamazsın o kadar yani. Ama öyle hemen geçmez bu hal.
Bu anlarda dua kapısından başka gidecek kapı, sığınacak liman bulamaz olurum. Kim var gidecek. Beni benden daha iyi tanıyandan başka.
Bazen o kapıyı açmak da zor gelir insana. Gönül öyle bekler kara bulutların üzerinden gitmesini.Yağmur olup yere inmeden dağılmaz bulutlar. Yürek darda öylece bekler.Öylesine bekler. Belki de ölürcesine. Kılını kıpırdatmadan.
Bu günlerde böyle bir halet-i ruhiye içerisindeyim. Elbet geçecek. Güneş yine açacak. Umulur ki yağan yağmurdan da bir parça lezzet alabilir olsun bu yürek.

13 Temmuz 2010 Salı

Ney

İçimde yeni filizlenen bir heyecan var. Ney kursuna başlıyorum. Uzun zamandır isteyip de bir türlü denk getiremediğim bir kurstu bu. Güzel olur inşallah. Hadi bakalım becerebilecek miyim? Zamanla göreceğiz. Hocamızla dün tanıştım. Kendisi bu işe gönül vermiş bir insan. Umarım güzel şeyler çıkar zamanla ortaya.
Benim henüz bir neyim yok. Nerden alacağımı da kestirebilmiş değilim. Bu gün kurstan çıktıktan sonra biraz araştırma yaptık arkadaşlarımla. O kadar değişken ki fiyatlar. Bir de anlasak bari kaliteli neyden. Gezdik durduk bayaca. İşi ehline vermek lazım bunu bir kez daha anlamış oldum böylece. İlk sesleri çıkarmaya başladım şükür.
Mevlana Mesnevi'sinde Ney'i öyle güzel anlatmış ki, sanki bir insan gibi çektiği sıkıntıları dillendirmiş. Herkesin okuması gerek diye düşünüyorum.
Ders bitiminde hocamız bizlere küçük bir resital sundu. Enfes bir ses çıkıyor bu ney denen çalgıdan. İnsani bir ses. Tınısı insanın en iç noktasına ulaşan. Bir anda diyardan diyara götüren. Öyle güzel ki.Aşık olunası bir ses bu.Aşk'ın sesi; Aşık'ın sesi.

Yaman Dede ne güzel tarif etmiş manzumesinde Ney'i..

NEY MANZÛMESİ

Bu ne aşkın, bu ne derdin, bu ne mestin sesidir,
Bu ne tizin, bu ne evcin, bu ne pestin sesidir.
Bu ezelden geliyor, bezm-i elestin sesidir,
Bak neler söyletiyor Hazret-i Mevlânâye!

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Gece

Gecenin geç saatleri..Yelkovan akrebi kovalarcasına hızla ilerlemede. Güzel bir gün sonlanmış, hayatın güzel kısımlarından dem vurulmuş.Bir düğüne gidilmiş. Sevgili dostlarımız artık eş olmuş. Sevdiğimiz insanlar görülmüş. Oğlum yemekler yemiş, gezmiş dolaşmış, sütünü içmiş, şimdi mışıl mışıl uykusunda.
Sıcak bir yaz akşamı. Her nedense kaçmış uykum. Keyifsiz miyim? Değilim galiba. Halimden de emin değilim :) Bir keyif hali var üzerimde. Sukunet ve huzur hali bu.
Herkesleri ayrı ayrı düşünmedeyim. Neden böyle oldum ben. Tüm yükler sırtıma yükleniverince gizliden bir keyif duyar gibiyim. Sorumluluklarım olmalı sanki fazladan. Anne olmak, eş olmak yeterince sorumluluk gerektirmezmiş gibi. Yanlış anlaşılmasın şikayetçi değilim halimden. Ne kadar yardım edebilirsem, gözlerimi kapadığımda yanımdaki sermaye ondan ibaret olacak çünkü. Şükür ki bunun bilincindeyim.
Pencereden hafiften rüzgar esiyor. Mutluyum. Sevgilim çoktan dalmış derin uykulara. Diğer yarım. Beni en iyi anlayan şu dünyada. Bazen onu gereğinden fazla ihmal ediyor olsam da çok anlayışlı kendisi. Yüzüne söylemiyorum ama duyarsa şımarabilir :D Şımarmaz aslında ama olsun. Şimdilik bu sayfayla aramızda.
Uyku vaktidir artık. Uykusu kaçan herkese güzel bir uyku dileklerimle. Turnalar girsin rüyalarınıza :)

9 Temmuz 2010 Cuma

Gezi Planı

Ankara'dan başlayıp İstanbul'a uzanacak bir gezi planlıyoruz. Nerelerde mola verebiliriz? Yol üzerinde sevdiğiniz uğrak mekanlar var mı? Bana fikir vermek ister misiniz?

Anne Penceresinden Bakmak

Hayatta gördüğümüz şeyler hep baktığımız pencerelerle sınırlı. Okul zamanı felsefe dersine çok ilgim olmasa da 'Görecelilik' kavramı o dönemler ilgimi çeken konular aasındaydı. Göreceliydi heşey. Hakikaten de öyleydi. Aynı kişi için bile bu böyleydi. Zaman mefhumu bugün ''ak'' dediğimize yarın ''aslında o karaymış, ak bu değil'' dedirtebiliyor.
Ben bu günlerde her yeni güne her nesneye anne penceresinden bakıyorum. Oğlumun varlığını içimde hissettiğim günden beri bu böyle.
Oğulcum bir yaşını bitireli 2 ayı geçti.Her ortamda herkese oğlumdan bahsetme arzum hala dinmiş değil. Biri bana ''Nasılsın?'' dediğinde, vereceğim cevap ''İyiyim'' ile sınırlanabiliyorken ''Oğlun nasıl'' dendiği vakit ''Hızlı büyüme sürecinde. Havaların ısınmasından mıdır nedir, dur durak bilmez oldu iyice. Bir dakika durmuyor durduğu yerde. Ben de malum peşinde. Öğrenme süreci de aynı hızla ilerliyor. Kelimeleri artık daha rahat tekrar edebiliyor. Sesleri çıkarırken çok daha rahat. Temel ihtiyaçlarını kısmen de olsa isteyebiliyor. Sabah uyanır uyanmaz ''Annee'' demesi yok mu, beni mest ediyor. En güzel resitallere değişmem bu melodiyi. Ard arda dört beş kez anne diyor. Çok hoşuna gidiyor birşeyler konuşabilmek. Galiba oğlum büyüyor :) '' vb. vb. diyebiliyorum. Hatta dememek için bazen kendimi zor tutuyorum :) Anne oldum. Yeni değil aslında bir yılı geçti ama bana göre hala ilk günkü kadar heyecan ve mutluluk verici. Görecelilik işte. Anne penceresinden doya doya bakma zamanı şimdi benim için.Şimdi ve bir ömür inşallah.

8 Temmuz 2010 Perşembe

Evcilik Oyunu

Bugün benim için diğer günlere göre daha özel, daha güzel bir gün. Duygularımı kelimelere dökmekten acizim. Koskoca 3 yılı devirdik. Neresi koskoca demeyin. Benim için hem uzun hem de bir o kadar kısa. Yaşadıklarımızı düşündüğümde o 3 senenin içine acısıyla tatlısıyla o kadar anı biriktirmişiz ki.
İnsan sahiplenme duygusu olan bir varlık. Hayatı ne kadar sahipleniyorsak yakınımızdakileri de o şekilde sahiplenebiliyoruz. Sonrasında da kaybetme hissi ve dahi kaybetme korkusu zuhur ediyor. Bu günlerde arada aklıma geldiği vakit yüreğimi şöyle bir sıkıp bırakan bir his bu. Burada rollerimizi yapmak üzere gelmiş birer oyuncu nevinden olduğumuzu hemen unutuveriyoruz.
Bizimkisi bir evcilik oyunu :) Anne baba ve bir de çocuk olan bünyesinde. Allahım bu oyun hiç bitmesin. Oyuncular bir yerlere gitseler bile kuliste yeniden buluşabilsin. Bu dünyadaki birlikteliğimiz ebediyete kadar sürsün.
Nice yıllara sevgilim. Nice güzel birlikteliklere.
Seni ne de çok seviyorum ah yar...

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Üzüm-Vişne Suyu

Geçen hafta pazardan aldığımız bir salkım üzümün yarısını ancak yiyebilmiş olduğumuzu, kalanın da artık yemek için cazip gelmediğini farkedince aklımdan üzüm hoşafı yapmak geçti. O sırada annem bana uğramıştı. ''Üzümden bu mevsimde hoşaf olmaz. Tatlanmamıştır onlar daha'' dedi. Ben ocağa koymuştum çoktan zaten o demeden. Olsun bakalım nasıl olacak derken şeker katmadan hoşafın tadına baktım. Bildiğiniz limon :) O kadar tatlı üzümden çıkan hoşafın bu kadar ekşi olması doğrusu beni şaşırttı. Şeker katsam güzel bir limonata olabilirdi. Ama benim aklıma başka bir fikir geldi. Bir karışım hazırlamak. Buzdolabında vişne suyumuz vardı. Üzüm hoşafına ilave ederek içtik. İlave şeker katmadık. Vişne suyunun tadı yeterli geldi bize. Çok değişik bir tadı oldu. Hoşumuza gitti. Bu hafta vişne suyunu da kendim yaparak denemek istiyorum. Onu da yaparsam buraya eklerim. Tarifi yazmaya gerek var mı bilmiyorum. Ama benim gibi mutfakta çok fazla deneyimi olmayanlar için yazayım da ufak bir hatırlatma olsun.
Malzemeler:
1 salkım üzüm (300 g kadar)
2 litre su
3 4 tane karanfil
Bir parça kabuk tarçın

Yapılışı:
Üzümleri saplarından güzelce ayıklayıp yıkıyoruz.
Bir tencerede suyu ve üzümü kaynayana kadar pişiriyoruz. Karanfil ve tarçını ekliyoruz.
Kaynadıktan sonra 10 dakika kısık ateşte pişirmeye devam ediyoruz.
Ocaktan alıp soğumaya bırakıyoruz.

6 Temmuz 2010 Salı

İrmik Helvası

Bugün kardeşimle birlikte markette gezerken hazır pakette irmik helvası gördük. ''Alalım'' dedi. Ben de ''Evde tüm malzeme var. Kendimiz yapalım'' diye yanıtladım.Eee, madem yanıtladım. Hadi mutfağa. İrmik Helvası yapmaya :)

Malzemeler:
2 su bardağı irmik
1,5 su bardağı su
1,5 su bardağı süt
1,5 su bardağı şeker
yarım çay bardağı zeytinyağı
50 g tereyağı
2 yemek kaşığı dolmalık fıstık

Yapılışı:
Su, süt ve şeker bir tencereye koyularak kaynatılır.
Başka bir tencerede yağla fıstıklar 3 -4 dk kavrulur. İrmik eklenir. Fıstıkla irmik sürekli karıştırılarak kavrulur. Fıstıkların rengi pembeleştikten sonra irmik de kavrulmuş demektir. Bizim evimizde fıstık kalmamış. Bunu başladıktan sonra farkettim. Kavrulmayı tayin etmek zor oldu haliyle.Bundan sonraki aşama kısık ateşte devam edecek. Sütlü karışımı irmiğin üzerine ilave ederek kapağı hemen kapatılır. Suyunu çekmesi 1-2 dk alacaktır. Kapağını açarak iyice karıştırılır. Ateşten alarak demlenmeye bırakılır.


Biz küçükken babannem yapardı. İster un helvası olsun, ister irmik helvası. Suyla unun karışımı hep merakımızı çekerdi. birden coss sesleri eşliğinde buhar çıkardı tencereden. Çok keyifli gelir hala bana bu birleşme anı. Tabi bir de artık helvanın pişmiş olduğu anlamı taşır bir yerde. Sıcak sıcak biz helva yemeye çalışırken annemin ''sıcak yemeyin karnınız ağrır'' lafı hala kulaklarımdadır.

Mercimek Köftesi

Geçenlerde bir cuma eşimden telefon geldi. Şehir dışından bir misafirimiz vardı. Cumartesi günü için. Benim de hemen yapılacak kolay ve leziz tariflere ihtiyacım vardı. Yemeğe mi yoksa çaya mı gelecekleri belli olmadığı eşimden haber gelene kadar boş durmayayım dedim. Aklıma mercimek köftesi yapmak geldi. Daha önce hiç denememiştim. Annemden ölçüleri aldım ve sıvadım kolları. Çok zamanımı almadı. Ölçüler de tam tuttu. Eşim bayıldı. Misafirimiz rahatsızlanarak gelemedi. Eşim çok şey kaçırdığını düşünüyor arkadaşının :)
Bugün tekrar denemeye karar verdim. Şu an mercimekler haşlanma aşamasındalar.
Malzemeler:

2 su bardağı ince bulgur
1 su bardağı mercimek
2 kuru soğan
5 6 sap yeşil soğan
yarım demet maydanoz
1 yemek kaşığı domates salçası
1 yemek kaşığı biber salçası
1 çay kaşığı karabiber
1 çay kaşığı pul biber
1 tatlı kaşığı tuz
1 lt su
1 çay bardağından bir parmak az zeytinyağı

Yapılışı :
1 lt suda mercimeği haşlayalım. Ardından yıkayıp hazırladığımız bulgurun üzerine mercimeği ekleyerek karıştıralım. Ağzı kapaklı bir tencere kullanırsanız iyi olur. çünkü bir saat kadar mercimek bulgur karşımı dinlenecek. Bulgurun şişmesi için gerekli.
Yemeklik doğradığımız soğanları zeytinyağında kavuralım. Ardından salçaları ilave edelim. Ve tabi baharatları. Daha sonra mercimek-bulgur karışımının üzerine ilave ederek iyice karıştıralım. Bir süre (5-10 dk kadar) karışımı yoğuralım. En son ince kıydığımız maydanoz ve yeşil soğanı da ilave ederek şekil vermeye başlayalım. Bir parça kopararak avucunuzda sıkmanız şekil vermek için yeterli.
İsterseniz limon suyu da ilave edebilirsiniz. Biz genelde nar ekşisiyle yiyoruz. Marulla servis edebilirsiniz.

Suya Düşen Nağmeler

Ebru...Ruhumun en daralıp bunaldığı anda bana açılan bir ferahlık kapısı adeta. Ev, iş, eş, hatta çocuk...Hepsini unuttturur cinsten. İnsanın içindeki sıkıntıyı, kafasındaki yorgunluğu büyülü bir şekilde yok ediyor.
Ben ebru yapmayı çok seviyorum. Başkası yaparken seyretmeyi de tabi. Suya düşen damlaların saniyeler içinde şekil değiştirmeleri adeta bir abra kadabra gibi geliyor bana. Her sanat dalı gibi ebru da ilgi istiyor; emek istiyor. Siz ona kendinizi ne kadar verirseniz, ne kadar hürmet gösterirseniz, o da kapılarını o denli size açıyor.
Ben teknenin başına ourduğum vakit dünyayı unutuyorum. Zaman nasıl geçmiş hiç farkında olmuyorum. Hatta bazen öyle oluyor ki atölyeden çıkmayı unutabiliyorum. Küçük bir oğlum var Allahtan.. O da olmasa atölyede sabahlarım herhalde.
Bendeki ebru sevgisi tutku denebilecek cinsten. Hayranım ebruya. İlerleyen zamanlarda birkaç çalışmamı da size sunmayı düşünüyorum. Ebruli güzel günlere :)

5 Temmuz 2010 Pazartesi

DAĞINIKLIK :)

Dağınıklık insana ne kadar da sıkıntı verir değil mi? Bazen gündelik hayatımızdaki stresin temel sebebi olur, bazen bir tartışmanın gündemi...
Benim dağınıklık algım bu günlerde oldukça farklı. Uzun zamandır hayatımdaki pek çok şeyin farkılaşması gibi o da farklılaştı.

Bir dağınıklık bu kadar mı keyif verir insana. Şükür Allahım sana.
Şükür bu dağınıklığı çıkaran afacanın varlığına :)
Meğer ne dar pencerelerden bakıyormuşuz zaman zaman hayata.